Sahi nerden başlamalı 'yorgunluğunda dinlenmiş' kelimeleri sıralamaya? Sıralarken domino taşlarının kolay yıkılırlığına her bir taşın daha öncesinde tek başına dik varoluşunun hakkını ekleyerek. Bir beyinde yuvarlanan, kimi zaman sakinleşip süzülen, kimi zaman da varlığından şüphe uyandıracak derecede durgun, bazı anlar kontrolsüz coşan adeta takla atan düşünceleri kovalayıp onları süzmek, ehlileşmemiş bir kaleme ulaştırmak belki anlaşılır kılma ihtiyacından mütevellit ve mahremiyetinden hiçbir şey kaybetmeyerek. Anlatmak için anlatmak fakat bendinden çıkanın tinlere çarpışı heyecanıyla. Peki neden hep çetrefilli yolları seçer bu kalem? Aşina, emeğin deminde bir akşam üstü yolunu, aynı dile ulaşan bir durağa ulaştırmak için mi? Kestirme yollar da bir seçimdir elbette, fakat kestirmelerden geçilmiş yolların ardında kalabalık bir yalnızlık vardır bilirsiniz; belki de bundandır tüm bu girdap yollardan geçip yalnız kalabalığı arzulaması.
calay'ır
25 Temmuz 2020 Cumartesi
İlk Nöbet Senfonisi
16 Haziran 2019 Pazar
YOL-16.06.2019
Dar sokakları olan bir şehirde yürüyordu. Rutubet kokusuna bile alışmıştı. Tekdüzeliğin getirdiği kine, hırsa, bencilliğe...hepsine alışmıştı. Ne zaman bu alıştıkları üzerine sinse doğaya sığınmıştı. Sanki kuş cıvıltıları ya da kertenkelenin sürünürken çıkardığı ses tüm şehrin gürültüsünü emiyordu ve tekrar baştan... Gürültüde kaybolmak. Dahası gürültüye dönüşmek. İşte bundan korkuyordu daha büyük korkusu korkulanın kapıda bekleyeceği bilinciydi. Doğanın kanunuydu. Kaçan kovalanırdı. Belki de bu yüzden her seferinde arkasına dönüp korkularıyla dans etmişti. Aslında dans etmeyi seviyordu da, bilmediği bir şarkıda ritmin getirdiği tüm yenilikleri kendi ruhunda görmek onu büsbütün heyecanlandırırdı. Bilinmezliğe olan hayranlığı kadar bilinenin rahatlığına özlem duyardı.
Hızlandı. Bu sokakların sonunda bir deniz olmalıydı. Şimdilerde durulmuş yavaş yavaş kıyıya vuran sonra tekrar merkezine dönen dalgaları... evet buralarda bir yerlerde. Daha önce de yol almıştı bu kaldırımda. Her şey tanıdıktı. Yürüdüğü yolu tekrar yürümekten, okuduğu kitabı tekrar okumaktan ya da izlediği filmi tekrar...tekrar tekrar, bunu sevmiyordu. Bu kadar hızlıyken sevmiyordu. Bilinmeyenleri düşündükçe hızını arttırdı. Adımları betondan tozlar çıkarmaya başlamış, etraftaki görüntüler bulanıklaşmış... bilindik bir bilinmezliğe doğru ilerliyordu. Sesler boğuktu. Öyle uzaktan geliyor ve öyle fazlaydı ki... önemsemedi. Önemseyemiyordu, neden hızlandığını bile unutmuştu. Adımları düzensizleşmiş, saçları kendi rüzgarında dalgalanıyordu. Elbisesinin fileleri takılıyor, yırtılıyor... önemsemiyordu, belki de farkında değildi.
Durmuştu. Yerdeydi. Sersemlemişti. Bedeni, şehrin betonunda artık daha fazla yer kaplıyordu. Bu...rahatsız ediciydi. Başı dönüyor, hafif midesi bulanıyordu; tansiyonu düşmüş olmalıydı. Elini başına götürdü, kanın sıcaklığını hissetti. Duvara çarpmış olduğunu farketti, çıkmaz sokağa girmiş olmalıydı. Geriye dönüp yürümek için kalktı. Hayır çıkmaz değildi sokak, hızından sola dönen yolu görememiş hatta önünü görememişti.
Sola döndü. Adımları artık kaldırımı dövmüyordu. Renkler belirginleşmiş, çocuk sesleri duyulmaya başlamıştı. Gülümsedi. Yürüdüğü yolları düşündü, tanıdığı insanları, fikirleri... Bir çok hayat tanımıştı. Zihninde rengarenk bir dünya oluşmuş, cümbüşe dönüşmüştü. Gözlerini yerden kaldırıp denizi gördüğünde heyecanlanmadı bile. Aslolan yolun kendisiydi, tekrar gülümsedi. Ah' bu yolu gerçekten seviyordu :)
13 Haziran 2019 Perşembe
QS-QQ-2017-2018
BAKTERİLERİNDİLİ
: QUORUM SENSING
İnsan
genomu yaklaşık olarak30.000 adet gene sahipken bu sayının 100 katı kadar daha
fazla mikroorganizma ve bunların genomlarını barındırır (1). Bu da akıllara “İnsan
sadece akıllı bir bakteri midir?” sorusunu getirmektedir.Bununla beraber
bakteri hücrelerinin hacim olarak insan vücudunda çok az yer kapladığı
düşünüldüğünde bakteriler, insan vücudunda simbiyotik yaşama sahip canlılar
olarak incelenmektedir. Bu simbiyotik
yaşamın mutual, kommensal veya parazitik olabilmesi “Bakteriler dost mu, düşman
mı?’’ sorusunu doğurmuştur. İnsanoğlu, türünü koruyabilmek için bu soruya cevap
bulmak ve yarar-zarar kontrolünü sağlamakadına çalışmalar yürütmektedir. Peki
insan vücudunu %90-99 oranla kaplayan bu mikroskobik, tek hücreli ilkel canlılarvücudumuz
üzerinde etkilerini nasıl gerçekleştirir?
Bakteriler,
toplu etkilerini quorumsensing(QS) denen bir iletişim mekanizmasıyla
gerçekleştirir. QS mekanizması; hücreninbulunduğu ortamdaki diğer hücrelerin
yoğunluğunu türe göre değişen farklı sinyal moleküllerini sentezleyerek
öğrenmesi, böylece cevap olarak gen ekspresyonunu popülasyon düzeyinde kontrol
ederek türe özgü davranışlar sergilemesi olarak tanımlanabilir (2). Terim
olarak bakıldığında quorum salt çoğunluk, sense ise hissetmek anlamlarına
gelmekte ve çoğunluğu algılama sistemi olarak bilinmektedir (3). Bu mekanizma
bize bakterilerin debirbiriyle iletişim kurduğunu göstermiş ve uzun yıllar
boyunca tek ve çok hücreli organizmalar arasındaki önemli bir fark olarak
bilinen hücreler arası iletişim konusuna yeni bir kapı açmıştır.
İlk
quorumsensing incelemeleri 1960’lı yıllarda bakteriler üzerinde yapılmıştır. Başlangıçta
sadece bakteriler için konuşulan bu mekanizmanın araştırmalar sonucu aynı türe
ait bakteriler ve farklı bakteri türleri arasında olmakla birlikte prokaryot
bir canlı ile ökaryot konağı arasında da görüldüğü tespit edilmiştir(1).
Quorumsensingmekanizması
hücre konsantrasyonunun eşik değerine ulaşmasıyla aktifleşir ve bakterinin
gerçekleştirmek için beklediği davranışa izin verir. Bu olayı mümkün kılan insanlar
arası iletişimde sözcük, mikroorganizmaların dilinde otoindükleyici olarak
bilinen küçük sinyal molekülleridir(4).Bu moleküller bakteride bulunan enzimler
tarafından üretilir ve ortama serbest bırakılır.Bakterinin hücre yüzeyindeki
bir reseptör,bu moleküllerle anahtar kilit uyumu sağlar. Molekülün miktarı
çoğalan bakteri sayısına paralel olarak artarak istenilen sayıya ulaştığında,
reseptöre kilitlenir ve böylece davranışın başlaması için sinyal verilmiş olur(1).Bazı
mikroorganizmalar farklı QS sinyal molekülünü kullanabilirken bu moleküllerinin
verdiği cevaplar da bir dildekikelimelerin farklı anlamlar taşıması gibi farklı
olmaktadır (5).
Yukarıda
bahsedildiği gibi mikroorganizma türleri kendilerine özgü farklı sinyal moleküllerinikullanır.
Bakterilerde bu mekanizma 3 şekildegörülüyor:
1-
LuxI/LuxR
sistemi (Gram negatif bakterilerde)
2-
Oligopeptit
sistemi (Grampozitif bakterilerde)
3-
Hibrit
sistemi (Gramnegatif ve gram pozitif bakterilerde ortak)
Gram
negatif bakterilerde kullanılan sistem en iyi bilinen ve anlaşılan mekanizmadır.
Bu sistem; LuxI tipi enzimlerin sentezlediği otoindükleyiciler olan N-açilhomoserinlakton(AHL)
difüzyonla ortama yayılıp popülasyon yoğunluğunun artmasıyla birikip yine
difüzyonla hücre içine alınarak LuxR proteinine bağlanmasıyla gerçekleşir. Bu
bağlanma sonucu oluşan kompleks, hedef genin transkripsiyonuna olanak
sağlayarak istenilen davranışın gerçekleşmesinde rol oynayan genleri aktive
etmekle birlikte daha fazla AHL sinyal molekülü oluşması için LuxIproteininin
üretilmesini sağlayan genleri de aktive ederek devamlılığı sağlamaktadır (6).
Gram
pozitifbakterilerin sisteminde ise iki önemli özellik vardır. Bunlardan biri
önce propeptid olarak sentezlenen, 8-9 aminoasitten oluşan kısa peptid zincirlerinin
sentezlenmesidir. Sinyal molekülü olarak görev alan bu zincirler özel enzimler
ile kesilir ve türe özgü modifikasyonlara uğratılıpATP-bindingcasette (ABC)
taşıyıcı kompleksi ile hücre dışına salınır. Diğer önemli özellik ise “iki bileşenli
algılama sistemi” olarak adlandırılan sinyal moleküllerininalgılanma mekanizmasıdır
(7).
Hibrit
sistem iseAHL sinyal moleküllerini kullanarak LuxI/LuxR sistemine, sinyal
moleküllerinin hücre zarından algılanmasıyla da oligopeptid sistemine benzeyen
ve türler arası iletişimi sağlayan her iki bakteri çeşidinde de görülen ortak
bir QS mekanizmasıdır(1).
QS
molekülleri ile bakterilerde üreme, beslenme, spor oluşturma, antibiyotiklere
karşı direnç geliştirme, biyofilm oluşumu, virülans, simbiyozis gibi birçok
davranış kontrol edilmektedir(6). Tıp alanının yanında bu mekanizma; başta
moleküler biyoloji olmak üzere biyoteknoloji, ziraat ve botanik, gıda,
veterinerlik, farmakoloji ve endüstriyel mikrobiyoloji alanlarında da araştırma
konusudur(1).
Araştırmacılar
tarafından öne sürülen önemli bir hipotez de bakterilerdeki QS sisteminin tek
hücrelilikten çok hücreliliğe geçişte atılan ilk adımlardan birisi olmasıdır (8).
Yaşamı birçok yönde doğrudan etkileyen aktivitelerin kontrolünü sağlayan bu
sistem üzerinde yapılan araştırmalarla ve sistemin moleküler düzeyde aydınlatılmasıyla
aktiviteleri gerçekleştiren ilgili organizmalara karşı daha etkili
stratejilerin geliştirilmesiamaçlanmaktadır (9).QS mekanizmasının iyi anlaşılması,canlıların florasında
yaşayan yararlı bakterilerin faydalarını pekiştirip patojen bakterilere karşı
bu mekanizmayı kullanarak önlem almamızı kolaylaştıracaktır. Bu anlamda
mikroorganizmaların sinyal odaklı iletişim mekanizmasına sahip olması olarak
tanımlanan QS, bilim dünyasında gün geçtikçe daha elzem bir çalışma alanı
haline gelmiştir.Bu çalışmaların başını yeni bir tedavi olmayı
vaadedenquorumquenching çekmektedir.
QUORUM
QUENCHING
Quorumquenching(QQ)
mikroorganizmalardaki QS mekanizmasına müdahale ederek patojeniteyi kontrol
altında tutmayı hedefler. Peki QQ mekanizması nasıl işler? QQ ile ilgili araştırmalar;
QS molekül üretiminin önlenmesi, QS molekülünün degredasyonu veya inhibisyonu
ve QS sinyal alımının önlenmesi olmak üzere temel olarak üç strateji etrafında
toplandığını göstermiştir.
QQ
çalışmalarında en bilinen yöntem QS mekanizmasının yıkıma uğramasıdır. Bu
yöntem QS molekülünün degredasyonu veya ihibisyonuylagerçekleşir (10). Prokaryotların
QS mekanizması üzerinde etkili olduğu keşfedilen ökaryotik mekanizmalar
mevcuttur. Doğada bazı bitki, mantar ve alglerin bu sistemi kullanarak
floralarında bulunan bakteri yoğunluğunu kontrol altında tuttuğu biliniyor. Deliseapulchra’nınhalojenlifuranonları
ve bunların sentetik analoglarının Serratialiquefaciens’in
QS mekanizması üzerine inhibitör etkili olduğu gösterilmiştir. İnhibisyon,
furanonların bakteriler tarafından hücre içine alındıktan sonra luxR tipi
proteinlere bağlanıp bu proteinlerin parçalanmasıyla gerçekleşir. Bu strateji
QS kontrollü virülans genlerin ekspresyonu, antibiyotik üretimi, motilite ve
biyofilmlerin güçlü ve spesifik bir şekilde inhibe edilmesini kapsar. QQ
mekanizmasında etkili olan furanonların AHL dışında tıp bilimini yakından
ilgilendiren Escherichiacoli ve Salmonella gibi enterik bakterilerin QS
mekanizmasında bulunan otoindüser 2(AI2) sinyal molekülü üzerinde de inhibe
edici etkisi gösterilmiştir (11,12). Bu çalışma bazı ökaryotik canlıların
furanon gibi sinyal molekülü(AHL) benzeri yapıların QS ihbisyonuna sebep
olduğunu göstermiştir. Bu benzer yapılara QQ mimikleri denmektedir. QQ
mimikleri dışında QS inhibisyonunu sağlayan ve hem prokaryotlar hem de
ökaryotlarda bulunan QQ enzimleri keşfedilmiştir.
Sonuç olarak birçok mikroorganizma türü
sinyal molekülleri sayesinde sosyal bir davranış sergileyebilmektedir. Sahip
oldukları QS mekanizması onların belirli bir çoğunluğa ulaştıktan sonra bunu
hissetmeleri, yeterli çoğunluğa ulaştıklarında da virülans faktörlerinin
üretimi gibi kritik gen ekspresyonlarını uyarmaktadır. Böylece konağın immün
sistemi zamanından önce uyarılmaz ve bakteri başarılı bir enfeksiyon süreci
geçirir. Bu süreci sekteye uğratabilecek QQ mekanizmaları doğada var olmakla
birlikte mekanizmanın anlaşılması sonucu bazı yapay yollar da denenmektedir.
Özellikle klinikte antibiyotiklerin akıllıca kullanılmaması sonucu artan
antibiyotik direncinin %70’lere vardığı ve QS mekanizmasının son zamanlarda
fazlasıyla üzerinde durulan mikrobiyata ile ilişkisi göz önüne alındığında bu
denemeler oldukça ümit vadetmektedir (6,13,14).
KAYNAKÇA
1.
Bassler B.
TheSecret, sociallives of bacteria:ExclusiveinterviewwithBonnieBassler 2009. 22
Mayıs 2018 https://blog.ted.com/the_secret_soci/
2.
Papenfort K,
BasslerB.L.(2016). Quorumsensingsignal-responsesystems in
Gram-negativebacteria(?)
3.
Çepni E, Gürel F.
Bitkilerden Elde Edilen Anti QuorumSensing Bileşikleri ve Yeni İlaç
Geliştirmedeki Potansiyelleri. Türk Mikrobiyal Cem Dergisi 2011;41(4):131-138
4.
Avcı, M.K., 2008.
Staphylococcusepidermidis ve Staphylococcusaureus’a ait quorumSensing Sinyal
Moleküllerinin LactococcusLactis’inNisin Üretimi Üzerine Etkisi (QuorumSensing
Cross-Talk Analizi). Y.L. Tezi.
5.
Saraçlı M.A.
“QuorumSensing” mikroorganizmalar İletişim mi kuruyor?. Gülhane Tıp Dergisi
2006;48:244-250
6.
Hamidi S. Bazı
Sentetik Kimyasal Maddelerin ve Doğal EkstraktlarınAntimikrobiyal ve
Anti-QuorumSensing Aktivitelerinin Araştırılması. Yüksek Lisans Tezi, Trabzon;
Karadeniz Teknik Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Tıbbi Mikrobiyoloji
Anabilim Dalı, 2015.
7.
LaSarre B, Federle MJ.
Exploitingquorumsensingtoconfusebacterialpathogens. MicrobiolMolBiolRev. 2013;77:73–111.
8.
Karaboz İ,
Sukatar A. Bakterilerde Sosyal Davranışlar (Bakterilerde İletişim
Mekanizmaları). Orlab On-Line Mikrobiyoloji Dergisi 2004;05:23-42
9.
Açıkgöz E.
QuorumQuenching. Elektronik Mikrobiyoloji Dergisi 2012;2:27-44
10.
Defoirdta, T.
,Boona, N. , Bossierb, P. , Verstraetea, W.(2004) Distruption of
bacterialquorumsensing: an unexploredstrategytoflightinfections in aquaculture.
Aquaculture240, 83,69-88.
11.
Hentzer, M.
,Riedel, K. , Rasmussen, T. B. , Heydorn, A. , Andersen, J. B. , Parsek, M. R.
(2002) Inhibition of quorumsensing in Pseudomonasaeruginosabiofilmbacteriaby a
halogenatedfuranonecompound. Microbiology, 198, 198-203.
12.
BauerW. D.
,Mathesius, U. , Teplitski, M. (2005) EukaryotesDealwithBacterialQuorumSensing.
ASM News, 131 , 129-135.
13.
Vogt S.L,Peña-DíazJ,Finlay B.B. Chemicalcommunication in the gut: Effects of
microbiota-generatedmetabolites on gastrointestinalbacterialpathogens.Anaerobe2015;34:106-115
14.
Fong J, Zhang C, Yang R, Boo ZZ, Tan SK, et al.(2018). Combination TherapyStrategy of
QuorumQuenchingEnzymeandQuorumSensingInhibitor in
SuppressingMultipleQuorumSensingPathways of P. aeruginosa.(?)
1 Haziran 2019 Cumartesi
KAFKA 2017-2018
KAFESİN BİRİ BİR KUŞ ARAMAYA ÇIKTI
KAFKA
‘’Bastığın yerin iki ayağının kapladığından daha büyük olamayacağını anlamak ne büyük bir mutluluktur.’’
Hiç yaşadığımız evrendeki insanın küçüklüğü hakkında düşündünüz mü? Büyüklük kavramımızı aşan evrenlerden bahsediyorum. Oldukça küçük bir uzamını dolduran
Samanyolu Galaksisi’nin ücra bir köşesinde yer alan Güneş Sistemi’nde Carl
Sagan’ın ‘’soluk mavi nokta’’ olarak adlandırdığı milyarlarca insanın cirit
attığı Dünya’da 55.6 kg’lık nahif bir bedene sıkıştırılmış karmaşık bir ruh!
Kafka’nın kafese sıkıştırılmış ruhundan bahsediyorum ki onu anladığımızda -onun
perspektifinden baktığımızda- bahsettiğimiz evren ancak bir alt evren olabilir.
İşte insan öyle aciz, öyle küçük, küçücüktür.
İlk
yenilgisini 1883 yılının 3 Temmuz’unda Prag’da ana rahminden çıkarak tadacak
olan Kafka, sonrasında ‘’Yaşam, daha başında kaybedilmiş bir savaştır.’’
diyecek ve bu yenilgisi tüm hayatına yayılacaktır. Kafka yeniktir,yenilgiyi
kabullenmiştir, savaşçıya ait hiçbir zırhı üzerinde barındırmaz aynı zamanda
savaşmayı anlamsız bulur ve şöyle der bir mektubunda: ‘’Bu sanki cehennemde tek
bir kazanı devirmeye çalışmak gibi. İlk olarak girişim başarılı olmayacak ve
ikincisi başarılı olsa bile insan yine de kazandan dökülecek olan kaynar
sıvıyla yanarken cehennem tüm ihtişamıyla aynı kalacaktır.’’Kafka’nın
yenilgilerini besleyen en önemli figür babasıydı kuşkusuz. Kafka’nın aksine
babasıHermann Kafka, her ne kadar yazgısını değiştirmeyecekse de, bir
savaşçının sahip olabileceği her türlü zırha sahipti. Ruhen ve bedenen sahip
olduğu bu güç zaten zayıf olan Kafka’nın kendisini büsbütün aciz hissetmesine
sebep olacaktı. Babası özellikle Kafka’ya karşı olan tutumunda korkunç
psikolojik şiddete başvuruyordu, onun aksine annesiJulie sonsuz bir şefkate
sahipti.Kafka’nın eserlerine de yansıtacağı bu çatışma, onun hayatı boyunca
aradaki o boş zeminde yapayalnız hissettirecek ve bu boşlukta herkesten uzak,
herkese yabancı olmasına temel oluşturacaktı.
Kafka
ürkek, kitabi, uysal ve öz nefretle büyüdü. Bir yazar olmak istiyordu fakat
babasının gözlemi altında bu konu tartışmaya bile açık değildi ve böylece
kısacık ömründe kendisiyle alakasız bir büro ve sigorta şirketinde çalıştı.Hayatı
Prag’ın kasvetli, boğuk havasıyla uyumlu olan Kafka daha sonra gırtlak veremine
yakalandı ve onun en önemli sığınağı olan ölüm, 1924’te 41 yaşındayken onu bu
kokuşmuş yaşam kafesinden kurtarıp koynuna aldı.
Kafka Okumak
‘’Bir kitap, içimizdeki donmuş denize inen
balta gibi olmalı.’’
Kafka
okumak yorucu bir deneyimdir; çoğu zaman kafanız karışır, kendinizi tanıdık
olmayan bir evrende tanıdık olmayan olayların içinde aslında size epey yakın
bir ruh yolculuğunda bulursunuz. Bu tanıdık olmakla olmamak arasındaki çatışma
ve arada kalmışlığın ardı arkası kesilmez; kalabalığın ortasındaki devasa
yalnızlık, gücü besleyen bireysel zayıflık, inancı körükleyeninkar, baba baskısıyla
anne şefkati ve Kafka’nın eserlerinde olmazsa olmaz korku ve bu korkudan kopan
bir tutam cesaret. Belirsizliğinhakim olduğubu karmaşada acı size daima eşlik
eder. Kahramanınız otoriterlerin kurduğu düzendegöstermelik bir mahkemede
yargılanma arifesindedir, neden yargılandığını bilmez ama suçluluk duygusu
ruhunu kemirir durur, hikayenin sonunda düzene yenik düşer ve ölüme teslim
olur. Bazı olaylar gerçekleşir ama bunun sebebi asla söylenmez, bundan
dolayıdır ki Kafka’nın eserlerini okurken olayların seyrine başta anlam
veremeyecek, durup Kafka’nın esintisine kulak vermeniz gerekecektir.Albert
Camus’ın deyimiyle Kafka sizi insan düşüncesinin son sınırlarına getirecektir.
Otoriteler, yargılanmalar… Peki Kafka’nın Dava’sı neydi? Kafka
rahatsızdır. Tüm bu düzmece sistem onun midesini bulandırır, yabancısı olduğu
bu dünya yabancısı olduğu bir yığın insanla doludur ve bu dünyanın bir parçası
olmak yerine sadece izler, izler ve anlatır. Evet, onun davası anlatmak.
İnsanın çirkinleşmiş hatlarını, bürokrasinin kokuşmuş koridorlarını, düzenin
mizansenliğini, bastığı beton parçasının toprağı ezişini… Kafka sizi
özgerçeklikten yola çıkarıp hayalle gerçeğin sınırlarında dolaştırırken alaycı
mizacıyla karanlığın içindeki ışığı da hatırlatmaktan geri kalmaz.Bu yüzdendir
ki Kafka’nın eserleri yazılmış en dokunaklı ve yaşamının aksine tutarlı
baltalarından biri olmuştur.
Kafka’yı Anlamak
‘’Tiksinti ve nefret dolu bir başı önüne
eğmek.’’
Kafka’nın
dünyası hoş değil, birçok açıdan kabusu andırıyor. Ama yine de çoğumuzun bir
müddet de olsa hayatımızın karanlık dönemlerinde şakaklarımızdaki zonklamayı
hissettiğimiz bir yer. Otoritenin karşısında güçsüz hissettiğimizde onun
tanımladığı dünyanın bir parçasıyız; yargıçlar, aristokratlar, siyasetçiler ve
özellikle babalar. Kaderimiz kontrolümüzün dışında olduğunda; toplum-özellikle
yakınlarımız- tarafından aşağılandığımız ve alay edildiğimiz vücutlarımızdan,
cinsel arzularımızdan utandığımızda ve kendimiz için eniyisinin ölüm olduğunu
düşündüğümüzde Kafka’nın yörüngesindeyiz.Kalabalığın ortasında en yakınımıza
dahi yabancılık duyduğumuzda; keyfi güçlerden usanıp öz tiksinçliğin, hiçliğin
bizi dönüşüme zorladığı anlardahepimiz birer Gregor Samsa’yız. Kafka’yı
anlamalıyız çünkü o bizden biri çünkü Kafka hepimizin üzgün, utanç,korku dolu
bir parçası.
KAYNAKÇA
Franz Kafka,Dava, Türkiye İş Bankası
Yayınları, 2016
Franz Kafka, Bir Köpeğin
Araştırmaları, İASOS KİTAP Alter Yayıncılık,2016
Franz Kafka, Aforizmalar, Altıkırkbeş
Yayınları, 2015
Gökhan Demir, Yaşam ve Efsane,
Kafkaokur Dergisi 1. Sayı
Gökhan Demir, Ne Demiş
Kafka?,Kafkaokur Dergisi 1. sayı
Zafer Altuğ, Zorbalığın Yarattığı
Yazar-Franz Kafka
31 Mayıs 2019 Cuma
TOLSTOY 2016-2017
TOLSTOY
Bir kontla prensesin soylu ve
varlıklı oğlu… Sevdiği kadınla evlenmiş sadık bir eş, 13 çocuk sahibi bir baba
ve aynı zamanda onlara ders verip onları eğiten bir öğretmen… Bir devrimci, bir
düşünür, üzerinde Rousseau ve Schopenhauer’in derin izlerini görebileceğimiz
bir filozof… Kırım Savaşı’nda bir asker, Flaubert’in psikolog diye bahsettiği,
82 yıllık ömründe kalemi yorulmak bilmemiş dev yazar… Lev Nikolayeviç Tolstoy.
Eserlerinin yaşı bir asrı aşmış olmasına rağmen hala sarsıntısını
hissedebileceğimiz satır araları…
Onu okumaya
başladığınızda çalar saatinizin tokmağı, aniden, iki metal arasında dövünüp
durur ve tatlı uykunuz bölünür. Gözlerini kırpıştıran, yılların uyandıramadığı
bilincinizdir. Aslında sizde mevcut olan ve harekete geçmeyi bekleyen
düşünceler, akın akın beyninize hücum eder. Ne kadar uzaklaşmak isteseniz de
bir kere bölünmüştür uykunuz. Artık saatin tik tak eden rahatsız edici sesini
daha net işitirsiniz. Tolstoy ulaşmıştır size. Kendinize şu soruyu sormaya
başlarsınız:”Neden buradayım?’’ Gözleriniz saate iliştiğinde yazarın asıl
sormak istediği soruyla karşı karşıya kalırsınız:’’…ve nereye gidiyorum?’’
Birçok yazarın aksine Tolstoy’un yabancılaşmış insanı o sonu gelmez ‘’Kimim
ben?’’ sorusuyla pek ilgilenmez. Kendini tanıma sorunu çoktan çözülmüştür.
Tolstoy’un
size ulaşması güç mesele değil. Her romanında sizi kolunuzdan tutup olay
örgüsünün içine sokmayı bekleyen bir karakterin varlığını görürsünüz. Eğer
biraz da eserleriyle haşır neşirseniz o karakteri tanımak pek zor olmasa gerek:
Diriliş’teki Prens Nehludov, Savaş ve Barış’taki düşünceli Bezuhov ve Anna Karenina’daki
Tanrı’yı arayan, hayatın anlamını bulmak için yanıp tutuşan Levin Tolstoy’dan
başkası değildir. Böylece yazar, karakter üzerinden kendini resmedip
fikirlerini zamanı aşan anlatımıyla size aktarır. Bunu yaparken etrafını saran
gerçekliği anbean farkında olarak ve gerçekliği bütün tezahürleriyle hem zihin
hem duyular yoluyla etraflıca özümser.Anlamı açık, somut şeylerin dar sınırlarını
zorlamadan, bu dar sınırlar içinde bile mükemmelliğe ulaşmayı başarır. Ernest J
Simmons Tolstoy’un bu yönüne dikkat çeker: ‘’ Dış dünyayı kendi imgesinde
yeniden yaratarak kendine ait bir dünya kuran Dostoyevski’nin aksine, Tolstoy
gerçek dünyayı kabul eder, dünyaya dair çizdiği resim canlı ve ilgi çekicidir
çünkü dünyada okurlarından daha fazla şey görür, hayal gücünün prizmasından
bakıldığında sıradanlıklar yepyeni anlamlar kazanır.’’
Mektuplarından birinde ‘’Mutluluğum
sınır tanımıyor’’ yazmış olan yazar o dönemde ailesinden miras kalan bir evde
varlık ve huzur içinde yaşamaktaydı. Bedeninden sağlık ve enerji fışkırıyordu.
Sevgi ve hayranlık beslediği kadınla evlenmiş, bu kadın ona on üç evlat
vermişti. Elleri ve ruhuyla yarattığı, tüm benliğiyle özümsediği eseri
ölümsüzleşmiş ve yaşadığı çağını aşmıştı. Yasyana Polyana köylüleri
efendilerine saygı gösteriyor ayrıca bütün dünya onun günden güne artan ünü
karşısında eğiliyordu. Lev Tolstoy’un sahip olmayı arzuladığı bir şey kalmamıştı.
Ve bir gün aniden her şey anlamını yitirdi. Bu değişikliğin sebebi neydi?
Ve işte
yanıtların en ürkütücü olanı: Hiçbir şey! Ya da daha kötüsü olmuştu: Hiçlik.
Tolstoy ruhunun derinliklerindeki boşluğa şahit olmuştu,bu boşluğun devasalığının
verdiği şaşkınlık ile dehşete kapılıyordu. Buğulu gözleriyle capcanlı
yaşamımızın ardındaki o boşluğa, akıl almaz hiçliğe bakıyor ve gözlerini
alamıyordu.Büyük Rus yazar şöyle anlatıyor bu değişimi:‘’Benim 40-50 yıl boyunca öğrenip gelişerek, bedenen ve zihnen büyüyüp
nasıl hayatımı sürdürdüğüme bakıyor ve şimdi aklım tam kemal noktasına ulaşıp
olgunlaşmışken, tam hayatımın zirvesinde olduğum şu dönemde, bana tepeden
bakarak; ’hayatta hiçbir şey yoktur ve olmayacaktır’ tarzındaki görüşe
ulaştığımı görüyor ve bana kahkahalarla gülüyordu.’’
‘’…Kim
adlandırılamayan bu uçuruma bir kez gözlerini dikerse, bir daha başka yere
çeviremez bakışlarını; bir karanlık çöker bütün duygularının üzerine, yaşamın
ışığı söner, rengi gider. Donup kalır dudaklardaki gülümseme, parmak uçlarından
titreyen yüreğine dek bu soğuğu duyumsamadan dokunamaz hiçbir şeye... Bütün
değerlerin özünü ve tadını emer bu gözle görülmeyen karanlık dudaklar,
insanoğlunun en eski korkusu olan o korkunç, o kemiren karanlık, hiçlik, Edgar
Allen Poe’nun o her şeyi yutan maelstrom’u, derinliği insan ruhunun
derinliğinden çok daha büyük olan Pascal’ıngouffre’u, ‘uçurumu’ insanın gözleri
önünde açıldı mı, dünya donup kalır…’’
Ölüm…
Tolstoy’u anlamsızlık bunalımına sokan kaçınılmaz gerçek. Elbette kendi başına
ortaya çıkan bir bunalım değildi. Babası öldüğünde Tolstoy dokuz yaşındaydı,
iki yıl sonra da annesini kaybetmesinin ardından 1860’ta abisi ağır bir
hastalığa kurban gitti. İtiraflarım’da abisinin ölümüne şöyle değinir: ‘’
Nikolay bir yıldan fazla ıstırap çekti ve acı içinde öldü, neden yaşadığını
anlamadan,neden öldüğünü anlamadan…’’
Tolstoy’un
karmaşık, kırılgan ruhu son nefesine kadar bu bunalımın pençesine takılı
kalacaktı kuşkusuz. Lenin’in Rus devriminin aynası diye bahsettiği Tolstoy,
1910’da zatürreye yakalanıp özlediği salt ruha kavuşacak bedeni onu terk
edecekti. Bu kavuşmaya dek Tolstoy hayat sahnesinin seyircisi kalmamış bu
tahassüre tamamen teslim olmamıştır. Sahnede kalıp hayatın her rengini coşkuyla
yaşamıştır. Bu coşku kimi zaman iki kaşının arasındaki çizgilerde belirmiş kimi
zaman gözlerinin parıldadığı gülümseyişinde kimi zaman da bedenine sığmamış
ruhundan taşıp kalemine ulaşmıştır.
Sahi;
hayattan rengi alın, geri neyi kalır ki?
KAYNAKÇA
Ernest J. Simmons, Introduction to Tolstoy’s Writings
Michel Aucouturier, Le Magazin Litteraire
Vasili Vesilyeviç Zenskovski, Düşünür Olarak Tolstoy, Notos
Dergisi 58.sayı
Lev Nikolayeviç Tolstoy, İtiraflarım, Antik Dünya Klasikleri
İstanbul 2005
Stefan Zweig, Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları,2016
Sergey Tolstoy, Oğlu Tolstoy’u Anlatıyor, Düşün Yayınları,
1990
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)